yarı sorunsal, yarı sanrısal

Tünedikleri yerden çıkmıştı körpeler. Göksel tınılarda yükselerek, uzaklarda bir yerlerde; kırıntılar arasındaki yaşamlarına son bir özlemle bakınıyordu serçeler. Ne onlara uzanabilecek eller, ne de zihinlerine köhne bir yuva yapacak düşünceler, gidişatını değiştirebilirler… Yolculukların yorucu olması ve bitip tükenmeyen arzu silsilesi içerisinde; kendi dillerindeki serserinişe etkilemesine izin vermezler.. Sabahın ilk saatleri ve sanrıların arasında gezinen piçler, yeni bir kasvetli günün habercisiydi… Otobüs ün tıka basa olması; üst üste yığılmış ceset sürüsü gibi bir çağrışım yaratıyordu düşüncelerimin derinliklerinde. Şoföre bağırıp; – Hey şoför bey!!! Müsait bir “yoklukta” inecek var!!! – Sağdaki peşkirden yapılmış sığınağın dibinde… Tiyatral bir komedi, içimde patladı ve astral bir düşüşe tanık oluyordum… Bütün katedral çevremde, yok olan inancımı, tekrar diriltmek istercesine bulunuyordu… Azizler, azizeler, birde bunlara eşlik eden keşişler, dolanıyorlardı etrafımda… Yakınlardaki tünel, ruhu gizleyen bir et parçası gibi, kapaklanmıştı bilinmezliklerin üzerine… Ben uzaklaşırken; onların tiz kahkahalarını duyabiliyordum. Konçerto bana eşlik ediyordu ve Mozart ın son sözleri yankılanıyordu kulağımda… (“Ölümün tadı dudaklarımda… Bu dünyadan olmayan bir şey hissediyorum” ) Tünel de ilerledikçe; aslında bir labirentte ki oyuna sıkıştığımı anladım. Gezinen kelleler, karga gözlü fahişeler; her türlü oluşun üzerine, kara bir leke gibi siniyorlardı. Bulunduğum paranoyanın içerisinde, beni daha da kemirmelerine izin veremezdim.. İlerledikçe bana eşlik eden siyah ruhları görebiliyordum. Siyah ruhlar, görüş mesafemdeki “güruhları” tek-tek ortadan kaldırıyorlardı. Labirentte ki yolculuğumda, siyah ruhların lehime olan davranışlarına son vermeliydim. Onlarında kendi çıkış yollarını bulması ve bunun uğruna savaşması lazımdı. Sırtlarını sıvazladım, yolculuğuma kaldığım yerden devam ettim…

Bilinçsiz Benliğinden Gelen Kırılmalar

Yorum bırakın